2 Nisan 2010 Cuma

Atatürk ve Türk Tarih Tezi


Türk Tarih Tezi, 1930'lu yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk'ün teşvikiyle oluşturulan tarih yorumu. 1930 yılında yüz adet basılan Türk Tarihinin Ana Hatları isimli eser Türk tarih tezinin bildirgesi sayılır. Bu eser doğrultusunda hazırlanan ve 1931-1939 yılları arasında liselerde okutulan dört ciltlik ders kitabı da Türk tarih tezinin temel metinlerindendir. İslam ve Hristiyan çatışmasına dayalı Osmanlı tarihi tezine ve Türkler aleyhinde yazılan batılı tarih tezlerine tepki olarak ortaya konmuştur.


Mustafa Kemal, 1923 yılında İstanbul Üniversitesi Profesörler kuruluna "Ulusal bağımsızlığımızı bilim alanında da tamamlama" görevi verdi. Türk Tarih Tezi, Osmanlı tarih yazımının mirası olan İslam merkezli tarih yorumlarına ve Avrupa merkezli tarih yorumlarına karşı alternatif bir milli yorum geliştirilmesi amacıyla 1930'larda ortaya atılmıştır.Atatürk batılı tarih tezlerinin doğru kabul edilip okullarda okutulması yerine milli bir tarih yazılması gerektiğine inanıyordu. On beşinci yüzyıldan beri, Batı'lı tarih yazarları medeniyetin başlangıcı yeri olarak Yunan Medeniyetini vermekteydi. Bu tarih görüşünde Türkler, Orta Asya'daki göçebe aşiretler olarak anlatılıyordu. Özellikle on dokuzuncu yüzyıldan itibaren bu tez ırkçı antropolojik yaklaşımlarla bir ırk aidiyetine (Sarı ırk, Brakifesal beyaz ırk vb.) oturtulmaya çalışılmıştı.


Bir Fransız okulunda öğrenci olan Afet İnan , Fransızca tarih kitaplarında Türklerin uygarlık yapıtlarına yer vermediğini ve Türklerden "ikinci dereceden sarı ırktan, istilacı barbar kavim" olarak sözedildiğini Atatürk'e anlatır.
1931-1939 yılları arasında liselerde okutulan dört ciltlik tarih kitabının önsözünde çalışmanın amacı açıklanmıştı.


Cumhuriyet kurulana dek medreselerde Türk kimliği üzerinde durulmaksızın, sadece padişahların eski seferleri gerçeklerden uzak, abartılı bir hikaye biçiminde veriliyordu. 20. Yüzyıl başlarında dahi üniversitelerde modern ve bilimsel bir tarih öğretilmiyordu. Antropoloji ,filoloji ,arkeoloji ve benzeri bilimler tarih araştırmalarında kullanılmıyordu. 19. yüzyıl sonunda Orta Asya'da Orhun Yazıtları yabancı bilimadamları tarafından Türkçe olarak okunmuştu.


Atatürk, Türk ulusunu odak alarak Türk tarihini araştırmak, bu şekilde Cumhuriyet'in temel amacı olan ulus-devlet yaratma sürecine tarihsel bir referans oluşturmak için tarih bilimcilerini teşvik etti. Türklerin dünya uygarlıklarının gelişimindeki yeri ile ilgili araştırmalar yapılmasını sağlamak istiyordu.
Ülkenin eski uygarlıklarını ortaya çıkarmak, bugünkü Türkiye halkıyla Türk kavimlerinin ilişkisini araştırmak, genel Türk tarihinin bilimsel tutarlılık ile yazılmasını sağlamak amaçlardan bazılarıdır.


Atatürk Tarih konusuna çok önem verdiği için Türk Tarih Kurulu'nun kurulmasına öncülük etmişti. 1930 yılında Afet İnan, Tevfik Bıyıkoğlu ,Semih Rıfat, Yusuf Akçura, Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi Arsal, Şemsettin Günaltay, Vasfi Çınar ve Yusuf Ziya Özer "batılı yazarlar tarafından yazılmamış Türk Tarihini araştırmak için çalışmalara başladılar. 1930 yılında Türk Tarihinin Ana Hatları adlı 606 sayfalık eseri hazırladılar. 606 sayfalık bu çalışma sadece bir ön derlemeydi. Sadece 100 adet bastırılarak ülke çapında bilim adamlarına dağıtılarak incelettirildi. İlk derleme kitabı ilim adamlarınca incelendi, tartışıldı ve değerlendirmeler ve düzeltmeler yapıldı. 1931 yılında 87 sayfalık ikinci kitap Türk Tarihinin Ana Çizgileri-Giriş Bölümü hazırlandı. 4 ciltlik bu çalışma bu sefer 30,000 adet bastırıldı.


4 ciltlik eser 1931-1939 döneminde liselerde tarih derslerinde okutuldu. 1935 yılında Atatürk Afet İnan ve Hasan Cemil Çamlıbel'e yeni bir araştırma programı dikte etti. Tarih konularında araştırma yapacak bilim adamlarının yetiştirilmesi amacıyla, 1935 yılında, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi kuruldu. 1937 yılında İkinci Türk Tarih Kongresi toplandı. Bu kongreye yabancı bilim adamları da katıldılar.


Önsözünden anlaşılacağı üzere dört ciltlik tarih, Türklerin uygarlığa katkılarını ortaya çıkarmayı açıklamak ister. Avrupa medeniyetinin göçler sonucu Asyadan gelen insanlar tarafından oluşturulduğunu, Yunan bilim, sanat ve felsefesinin bütün pınarlarının da aslında Anadolu'da olduğunu savunur.


Türk Tarih Tezi, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu hipotezinden yola çıkmaktadır. Buna göre değişik çağlarda, çeşitli göç dalgaları halinde Orta Asya'dan dünyaya yayılan Türklerin de atası olan halklar, dünya medeniyetlerinin önemli bir kısmını kurmuştur.Irklardan bahsederken belirli bir ırkın üstünlüğünü savunmaz. Göçler sonucu ırkların birbirlerine karıştığını anlatır.
Türk tarih tezinde 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başlarında yapılmış araştırmalara dayanılararak milli bir tarih yorumu ortaya konmuştu. Tarihte yaşamış büyük medeniyetler kurmuş bazı kavimlerin Türk olduklarına dair kanıtlar ortaya sürülmüştü. Tarih öncesinde uygarlık izlerine rastlanmamış diyarlara medeniyetin, Türklerin de dünyaya yayılmış olduğu Orta Asya'dan yayıldığı fikri savunulmuştur.



Türk tarih tezine göre M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1200 yılları arasında Orta Asya'dan yurtlarını terk edip Akdeniz havzasına yayılan brakisefal Türklerin atalarıdır. Dünya medeniyetinin başlangıcını Yunan Medeniyetine bağlamak yanlıştır. Etiler (Hittitler) Anadolu'da yaşamış Yunan Medeniyetinden daha eski bir medeniyettir. Etrüskler'in İtalya'ya Anadolu'dan gitmiş oldukları kesindir. Orta Asya'dan yayılan göç dalgaları Avrupa'ya da yayılmış ve vahşet ortamı süren kıtaya sırasıyla cilalı taş, bakır, tunç ve demir çağı sanatlarını götürmüşlerdi. Bir Asya kavmi olan Keltler, göç yollarında önemli eserler bırakmışlardı. Ligürler, Kimriler ise Keltlerden önce Avrupa kıtasında Kırım ve Danimarka'ya kadar gitmişlerdi. M.Ö. 2000 yılına kadar Avrupa'da bakır aletler dahi bulnamamışken, bu tarihte bronz aletler birden bire çoğaldığı kazılarda tespit edilmişti. Bronz madeninin kaynağı kalay madeni Asya'da bol miktarda bulunurken Avrupa'da sadece ince bir damar halinde Fransa'da bulunumaktaydı.
Mustafa Kemal Atatürk 1928-1930 yılları arasında Türk Tarih Tezi'nin oluşturulmasında tarihçilere önderlik etmiştir. Atatürk'ün, "Anadolu 7000 yıllık Türk beşiğidir" sözü onun Anadolu'daki Türk varlığının Malazgirt Meydan Muharebesi'nden çok öncelere dayandığına olan inancını yansıtmaktadır.
Tez'e göre Türk devletleri
Türk tarih tezi'ne göre tarihteki Türk devletleri şu şekildedir
1-Orta Asya'da Türk-Hun İmparatorluğu.
2-İdil-Tuna arasında İskit İmparatorluğu.
3-Ural Dağları ve İdil Nehri arasında Batı Hun Devleti.
4-Avrupa Türk-Hun İmparatorluğu ve Avar İmparatorluğu.
5-Batı Türkeli ve Kuzey Efganistan'da Akhunlar Devleti.
6-Orta Asya'da Gök Türk İmparatorluğu, Tukyu ve Kutluk Devleti.
7-Karadeniz'in kuzeyinde Hazar, Bulgar ve başka isimde Türk devletleri.
8-Gök Türk İmparatorluğu'ndan sonra, Orta Asya'da çeşitli isimlerde Türk devletleri.
9-Aral Gölü güneyinde Samanoğulları Devleti.
10-Aral Gölü'nden Hint'e kadar uzanan alanda Gazneliler Devleti.
11-Sir Irmağı doğusunda Karahanlılar ve Kara Hatalar Devleti.
12-İran, Mezopotamya, Anadolu ve Suriye sahalarında Selçuklar Devleti.
13-Harzem kıtasında ve bütün İran'da Harzemşahlar (Harizm) Devleti.
14-Başkenti Semerkant olan Büyük Timur İmparatorluğu.
15-Hindistan'da Babür İmparatorluğu.
16-Asya, Avrupa ve Afrika'da Türk-Osmanlı İmparatorluğu.
17-Türkiye Cumhuriyeti


Bu çalışmanın, Türkiye'de tarih biliminin gelişimine katkıları da olmuştu. Anadolu medeniyetleri ile Türk tarihi arasında bağların araştırılmasını isteyen Atatürk'ün arkeolojik kazıları, tarihinin araştırılmasını teşvik etmesi, bu konuda bilim adamları yetiştirme gayretleri, tarih konusunda ciddi araştırmalar yapılmasına başlangıç dayanağı olmuştu. Atatürk 1 Kasım 1936 yılında TBMM açılış konuşmasında Alacahöyük'de yapılan kazılarda bulunan eserlerin 5500 yıllık Türk tarihinin aydınlatılmasına ışık tutacağını açıklar. Bunun sonucunda Türk arkeologların yaptığı kazılardan elde edilen arkeolojik bulgular Hititler ile ilgili yeni bulguların ortaya çıkmasına, bilinenlerin yeniden yazılmasına neden oldu.Dil Tarih ve Coğrafya fakültesi kuruldu. Çiviyazısı okuyabilen bilim adamları yetişti. Binlerce Hitit tableti okundu. Arkeoloji müzeleri açıldı.

12 Mart 2010 Cuma

Atatürk ve Güneş Dil Teorisi


Türkçenin söz varlığını, başta Arapça ve Farsça olmak üzere yabancı dillerden geçen kelimelerden arındırarak özleştirme hareketi, diğer bir deyişle "Dil İnkılâbı", Tanzimât ile başlar ve bilhassâ Cumhuriyet ilan edildikten sonra Atatürk'ün özverili çalışmalarıyla hızlı bir şekilde devam eder. Başlatılan bu hareket, sadece yabancı dillerden geçen aykırı söz varlığını değil, yine yabancı dillerin etkisiyle gelişen ve Türkçenin yapısına uygun olmayan birtakım dil bilgisi kurallarını da tasfiye amacı taşımaktaydı; fakat bu tasfiye işlemi çok ileri boyutlara ulaşmış ve dili özleştirme çabası, içinden çıkılamayacak bir hâl almıştı. Öyle ki, özleştirilmeye çalışılan yeni dil ile anlaşabilmek eskisine göre çok daha zor olmaya başlamıştı.

Bu durumu gören Mustafa Kemal Atatürk, Avusturyalı Türkolog Phill H. Kvergiç'in hazırladığı ve 41 sayfadan oluşan "La Psychologie de Quelques Éléments des Langues Turques" (Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi)1 adlı çalışmayı inceler, sonrasında bu çalışmayı Abdülkadir İnan, Naim Nazım ve Hasan Reşit gibi bilim adamlarından oluşan bir dil heyetine gönderir. Heyetin yaptığı çalışmalar sonucunda “Güneş Dil Teorisi” fikri ortaya çıkar. Teorinin amacı, yeryüzündeki en eski dilin Türkçe olduğunu ve diğer dillerin de Türkçeden türediğini ortaya koymaktır. Teori, 3. Dil Kurultayında yabancı dil bilimcilere de sunulur; fakat pek çok dil bilimci bu teorinin gerçeklik taşımadığını belirtir ve teoriyi savunmaz.

Yeryüzündeki tüm dillerin "güneş" kelimesinden türediğini savunan Güneş Dil Teorisi; aydınlatma, ısıtma ve yükselme vasıfları dolayısıyla güneşin tüm toplumlar için hayatî derecede önemi olduğunu vurgular. Kendisine kutsiyet atfedilen güneşin aydınlatma özelliği yeryüzünün görülebilir hâle gelmesini ve yaşamın gerçekleşebilmesini sağlarken, ısıtma özelliği yaşamın devamını getirir. Yükselme özelliği ise gücü ve kudreti temsil eder. Her şeyin kaynağı odur ve uzaklık, büyüklük, yükseklik gibi erdemler onda toplanır. Tüm bu özelliklerinden dolayı güneş, bütün toplumlar tarafından önemli kabul edilir ve insanların güneşe bu kadar önem vermesi, onun, en kolay şekilde ifâde edilebilen a sesiyle karşılanmasına sebep olur.

Güneş Dil Teorisi'nde, bilinçli olarak türetilen ilk ses olan a ile birlikte bir ğ sesinin de söylendiği, bu sesin ise sadece Türkçede bulunduğu, dolayısıyla ortaya çıkan ilk kelime olan "ağ"ın Türkçe kökenli olduğu vurgulanır. Yine a sesinden sonra b, m, p, t, y, g, k, h ve u seslerinin gelebileceği de Teoride belirtilmektedir. 72 adet birincil derece temel kök meydana getiren 8 sessiz harf, 8 ünlü ile birleştiğinde de 88 adet ikincil temel kök oluşturur. Bu sayede toplamda 168 temel kök ortaya çıkar. Teori, bu dayanaklar ile "güneş" sözünün Türkçe olduğunu kanıtlamaya çalışır. Ayrıca, Arapça "şems" sözünün de "güneş"in değişik bir varyantı olduğu fikri Teoride yer alır. Güney Amerika'da bulunan ve dünyanın en uzun nehri konumunda olan "Amazon"un, adının "amma uzun"dan, "Niyagara"nın da "ne yaygara" ifâdelerinden türediği kanıtlanmaya çalışılır. a sesinin zaman içinde e, ı, i, o, ö, u ve ü seslerine dönüştüğünü, dolayısıyla bugün kullanmakta olduğumuz sesli harflerin hepsinin a sesinin değişik biçimi olduğunu belirten teoriye göre, yaygın olarak kullanılan diğer temel kelimeler de "ağ"dan türemiştir.

Yapılan tüm bu çalışmalara rağmen Güneş Dil Teorisi beklenilen ilgiyi bulamaz ve Atatürk'ün vefatından sonra bir daha üzerinde herhangi bir çalışma yapılmaz. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde konuyla ilgili olarak ders veren İbrahim Necmi Dilmen, "Güneş öldükten sonra onun teorisi mi kalır?" diyerek, Atatürk'ün ölümünden sonra bu teoriyle ilgili çalışmaların sona ermesinin sebebini açıklar.

24 Ağustos 1936 da toplanan Üçüncü Dil Kurultayın'da alınan kararların raporu;





















































8 Mart 2010 Pazartesi

Ben Atatürk'ü Özlüyorum


Atatürk ölmedi yüreğimde yaşıyor uygarlık savaşında bayrağı o taşıyor.Her gücü o aşıyor. Türklüğe güç veren devrimler senin, yurduma çizdiğin aydın yol senin... diye devam eden şiir geliyor aklıma bu günlerde. Evet uygarlık savaşımızda bayrağı bir tek Atatürk taşıdı her gücü bir tek o aştı ve Türklüğe güç veren devrimleri bir tek o yaptı.

Şimdi bu günleri gördükçe ben Atatürk'ü özlüyorum.

Sen binbir zorlukla bu vatanı kurarken şimdi bu vatanı yabancılara peşkeş çektikleri için seni özlüyorum.

Sen olmayan parayla fabrikalar açıp şimdi babalar gibi sattıkları için seni özlüyorum.

Sen devlete isyan eden hainlerin devlet kurma hayalleri mezara gömerken şimdi valilerin teröristleri çiçeklerle karşılamasından dolayı seni özlüyorum.

Sen 16 kere isyan çıkaran hainleri anında tepelerken şimdi isyan çıkaranların 25 seneden beri devleti sömürdüğü için seni özlüyorum

Sen en büyük iftiharım Türk olarak yaratılmam derken şimdi Türk'üm deyince ırkçı olduğum için seni özlüyorum.

Sen Kubilay için Menemen'i haritadan silin emrini verirken şimdi Kubilay'ı öldürenlerin torunu bizi yönettiği için seni özlüyorum

Sen Türklüğü şereflendiren Ulusal bir devlet kurup şimdi Osmanlı hayalleri peşinde koşanların bizi ezmek için tepemize çıktıkları için seni özlüyorum

Sen laiklik ilkesiyle Tanrı'nın serbest bıraktığı din ve vicdan özgürlüğünü serbest bırakırken şimdi laikim dediğimde dışlandığım içim seni özlüyorum

Senin yönetiminde çarşaflıların Arabistan hayalleri peşinde olanları tepelerken şimdi ülkeyi mollalar sardığı için seni özlüyorum

Evet Atam seni özlüyorum Türk olarak yaşamamı engelledikleri için.

Ziya Gökalp'ın dediği gibi ;

Durma düşman durma, gücünü artır,
Türklüğün başına hakaret yağdır.
Uyuyan bir kavme bu felaket azdır,
Vur eski kölesi utandır onu,
Bırakma uyusun, uyandır onu!..

Daha kuvvetli vur düşman daha kuvvetli vur ki ; Türkler yeni Mustafa Kemal çıkarsın yeni Mustafa Kemal'ler Türklüğe şeref katsın tüm dünyayı titretsin

7 Mart 2010 Pazar

Ya İstiklal Ya Ölüm


Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulusal egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir ve taç ve tahtlar yanar mahvolur İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri görülemez millet ve devletin şeref ve bağımsızlığı elde edilemez insaf ve merhamet dilenmek gibi bir kural yoktur. Türk milleti ve Türkiye'nin çoçukları bunu bir an bile akıllarından çıkarmamalıdır. Bağımsızlık uğruna ölmesini bilen toplumların hakkıdır. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun huzur ve iyi geçim olmazsa bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur. Türkiye'nin güvenini amaç edinen hiçbir başka ulusun aleyhinde olmayan bir barış yolu her zaman bizim ilkemiz olacaktır. Biz Türkler tarih boyunca hürriyet ve istiklal timsali olmuş bir milletiz. Tam bağımsızlık denildiği zaman doğal siyasi ,mali, adli, kültürel ve her alanda tam bağımsızlık anlaşılır. Bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık karşısında uşak olmaktan kurtulamaz. Bilelimki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır. Ben yaşayabilmek için kesin olarak bağımsız bir ulusun evladı kalmayalım. Bu yüzden ulusal bağımsızlık bence bir hayat sorunudur.

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Türkçü Akımın Beyni ; Ziya Gökalp



Mehmet Ziya Gökalp 23 Mart 1876-25 Ekim 1924 yılları arasında yaşamış Türkçülüğün babası bilimci, yazar, şair ve siyasetçidir.Ayrıca TBMM'de Milletvekilliği yapmıştır.

Ziya Gökalp 23 Mart 1876'da yerel bir gazetede çalışan memur Çermikli Tevfik Bey'in oğlu olarak Diyarbakır Çermik'te doğdu.

Ziya Gökalp, eğitimine doğduğu yer olan Diyarbakır’da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi. 18 yaşında intihara teşebbüs etti.

Direkt yüreğine sıktığı kurşuna rağmen, kendisiyle ilgilenen doktorun çabaları sayesinde ölmedi

1896'da İstanbul'a giden Gökalp, ilk önce Baytar Mektebi'ne kaydını yaptırdı.Buradaki öğrenimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sükuti ile görüştü.Jön Türklerden etkilendi..İttihak ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı.Muhalif eylemleri nedeniyle 1898'de tutuklandı.Bir sene hapis yattı ve serbest bırakıldı.

1900'de Diyarbakır'a sürgün gönderildi.1908' kadar küçük memuriyetlikler yaptı.

1910'da kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi'nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da "Genç Kalemler" dergisini çıkardı. 1912'de Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebusu olarak Meclis-i Mebusan'a seçildi, İstanbul'a taşındı. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua'da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani'de (bugünkü İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi.

1.Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili işgal mahkemesi tarafından yargılandı. Mahkeme sürecinde soykırım iddialarını kesinlikle reddetmiş ve Mukatele(Karşılıklı öldürme) tezini savunmuştur.1919'da İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgüne gönderildi. Burada kaldığı dönemde ailesiyle yaptığı mektuplaşmalar daha sonra Malta Mektupları adıyla kitaplaştırılmıştır. Ve bu kitap Malta sürgünlerinin orada geçirdikleri hayat şartlarıyla ilgili elimizdeki yegane eserdir. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır'a gitti, Küçük Mecmua'yı çıkardı. 1923'te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı'na atandı, Ankara'ya gitti. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet meclisi'ne Atatürk tarafından Diyarbakır milletvekili olarak seçildi. 1924'te kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul'da hayatını kaybetti. .

Sözleri;

-''İmam-ı Azam hazretleri, hatta, namazdaki surelerin bile milli dilde okunmasının dince sakıncalı olmadığını söylemişlerdir. Çünkü ibadetten alınacak dini heyecan ancak okunan duaların tamamen anlaşılmasına bağlıdır.''

-Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.Köylü anlar manasını namazdaki duanınBir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunurKüçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nınEy Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın."

-"Türkçülük, siyasi bir parti değildir. Bir bilim, felsefe, sanat okuludur; başka bir deyişle, bir kültür çabası ve yenileşme yoludur."

-Ülkemizde Türkçülük akımı doğar doğmaz, feminizm (kadın hakları savunuculuğu) akımı da birlikte doğdu. Türkçüler'in hem halkçı, hem de kadından yana olmaları, yalnız bu yüzyılın, bu iki ülküye değer vermesinden ötürü değildir; eski Türk hayatında demokrasi ile feminizmin iki önemli ilke olması da bu konularda büyük bir rol oynamıştır.

-Ey Türk; Bayram kutlamayı hak ettiğin günlere erişmen, "Türk'ün tam bağımsız cumhuriyeti"ne kavuşman dileğiyle, her şeye rağmen CUMHURİYET BAYRAMIN KUTLU OLSUN!

-Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan,Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; TURAN...

-Durma düşman durma, gücünü artır,Türklüğün başına hakaret yağdır.Uyuyan bir kavme bu felaket azdır,Vur eski kölesi utandır onu,Bırakma uyusun, uyandır onu!..

-Türklüğün vicdanı bir, dini bir, vatanı bir.Fakat hepsi ayrılır, olmazsa lisanı bir...

-Turan, Türkçe konuşan Yakut, Kırgız, Özbek, Kazak, Kıpçak (Tatar), Oğuz gibi Türk şubelerini kapsayan Büyük Türkistan'dır. Bütün Oğuzlar "Türk" adı ile birleşebilir. Yalnız, Kazaklar aynı kültürler vücuda getirirlerse, o zaman müşterek unvan ihtiyacı olacak, işte bu müşterek unvan Turan kelimesidir

Eserleri;

Kızıl Elma (1914)

Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918)

Yeni Hayat (1918)

Altın Işık (1923)

Türk Töresi (1923)

Doğru Yol (1923)

Türkçülüğün Esasları (1923)

Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra)

Ayın Makalesi ; Necdet Sançar'ın Kaleminden Atatürkçülük


ATATÜRKÇÜLÜK EDEBİYATI- Gerçekten “Atatürkçülük” diye bir fikir olabilir mi?Elbette olabilir. Gazi Mustafa Kemal’in; üzerlerinde ısrarla durduğu, devlet ve millet hayatında tatbik etmek istediği belli başlı fikirler, prensipler, sistemler ciddi bir şekilde tespit edilip bir araya getirilirse, böyle bir fikirler ve sistemler topluluğuna “Atatürkçülük” adı verilebilir. Bir fikri kangren haline gelen bugünkü “Atatürkçülük” edebiyatına kesin olarak son vermek ve Gazi Mustafa Kemal’i çıkarcı siyasilerin, şarlatanların ve Türk düşmanlarının elinden kurtarmak için tek yol da, işte budur.Atatürk’ün belli başlı fikirlerini, prensiplerini ve inançlarını böyle bir ciddi maksatla derleyip toplamak pek güç bir şey de olmaz. Çünkü bu iş için gerekli ciddi kaynakların çoğu kitap ve müessese olarak ortadadır. Mesela hayatı boyunca yaptığı konuşmaların belki de hepsi denebilecek kadar büyük kısmı basılmıştır. Hayatının son altı yılını kaplayan tarih ve dil kurultaylarının zabıtları ile bu kurultayların ve diğerlerinin ana hedefleri olan kitaplar elimizdedir.
Üniversite ve yüksek okullarda okutulan inkılap tarihi derslerinin notları kitap haline getirilmiştir. Kurduğu veya kurdurduğu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Antropoloji Enstitüsü, Tarih Kurumu ve Dil Kurumu gibi teşekküllerin kuruluş gayeleri ve Atatürk zamanındaki çalışmaları da bilinmeyen şeyler değildir. Bunlara, bu derece bilinmeyen meseleler ve konulardaki fikir ve düşüncelerini eklemek de o kadar zor olmaz.
Çünkü, Türkiye’de, hakkında en çok kitap ve yazı yazılan insan Mustafa Kemal’dir. Bu kitapların büyük kısmı şöyle böyle şeyler olsa bile, içlerinde değerli olanlar da vardır. Ciddi bir araştırıcı bunların değerlisiyle şöyle böylesini ayırt edebileceği gibi; bütün ön hükümlerden ve nezaket ve zaruret neticesi olarak söylenmiş siyasi sözlerden uzak kalmayı da bilebilir. İşte, Atatürkçülük denilebilecek fikir ancak bu şekilde ortaya çıkmış olur.Atatürkçülük denilebilecek fikirler topluluğunda yer alacak temel unsurlardan bir kısmı, Mustafa Kemal’in hayatının son yıllarındaki, birbirini tamamlayan davranışlara yön veren harekelerdedir. Üniversite ve yüksek okullarda okutulan inkılap tarihi dersleriyle, liseler için hususi olarak yazdırılan meşhur dört ciltlik tarihten ve Birinci Tarih Kurultayı zabıtlarından vereceğim bazı örneklerle, burada, bunlardan bir kısmına temas etmek istiyorum.Liseler için hazırlanmış tarih kitaplarının birinci cildinin başlıklı bölümünde, Türk Irkından bahseden parçada şu satırlar yer alıyor:“Tarihin en büyük cereyanlarını yaratmış olan Türk Irkı, benliğini en çok muhafaza etmiş bir ırktır.…..Görülüyor ki, tarihte en çok göze çarpar bir birlik arz eden Türk Irkı daima hakim olan bariz uzvi vasıflarıyla, dimağın en kuvvetli mahsulü olan harslarıyla, tarihi müşterek hatıralarıyla, aynı zamanda bu günkü millet tarifine de en uygun büyük bir cemiyettir.Bütün tarihte böyle büyük bir ırkı, millet halinde görmek bilhassa zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmayan büyük bir kuvvet ve büyük bir şereftir.” (Tarih:I, İstanbul 1931, Devlet Matbaası, 20. sh.)
Aynı kitabın “Büyük Türk Tarih ve Medeniyetine Umumi Bir Nazar” başlıklı bölümünde, “Türk’ün anayurdu” nun sınırları şöyle çizilmektedir:“Büyük Kadırgan (Kingan) dağlarından Baykal Havzasına, oradan Altay dağları boyunca İtil havzasına vararak, Hazar Denizi havzası, Hindikuş, Pamir, Karakurum, Karanlık Dağlar yolu ile ve Sarı Irmak ile tekrar Kingan Dağlarına ulaşan çizgi içinde kalan mıntıka Türk’ün anayurdudur.” (Aynı eser,25-26. sh.)İç kapağında Maarif Vekaleti Milli talim ve Terbiye Dairesi’nin emriyle 30.000 adet basıldığı belirtilen bu kitap liselerin birinci sınıfına aittir. Atatürk’ün sağlığında, hatta ölümümden sonraki bir iki yıl liselerimizde tek kitap olarak okunmuştur.Bu satırlarla, Türk Irkı ve bu ırkın anayurdu hakkında, körpe dimağlarda uyandırılmak istenen fikrin mahiyeti ve esası, yine Atatürk zamanında üniversitelerimizde ve yüksek okullarımızda devamlı olarak okutulan inkılap tarihi derslerinde bütün açıklığı ile ortaya konmuştur.
Bu esas, Türkçülük ülküsünün Türk Birliği (Turancılık) ve Türk ırkçılığı prensiplerinden pek farklı bir şey değildir.Rahmetli Mahmut Esat Bozkurt’un, inkılap tarihi dersleri notlarından meydana gelen ve İstanbul Üniversitesi İnkılap Enstitüsü’nün 160 sayılı kitabı olarak çıkan “Atatürk İhtilali adlı eserinde bunun reddi imkansız bir çok delili vardır. İşte onlardan birkaç örnek:Türk Birliği üzerine:“Atatürk, Divan Edebiyatı ve onun muakkipleri elinde kaybolmak tehlikesine maruz kalan Türk Diline, bir muazzam hamle ile, giderek eski vahdetini ilan edebilecek bir kuvvet aşıladı ki, yalnız bu günkü Türkiye için değil, yarınki Türk dünyası, Türk birliği için de en radikal bir teminattır." (Mahmur Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, İstanbul 1940, 310-311. sh.)“Türk Milletine gelince; Sibirya’lardan, Baykal gölü kıyılarından tutunuz da; İran, Rusya Azerbaycanlarından, bütün doğu Türklüğünden ta Akdeniz kıyılarına kadar yayılan Batı Türkleri birbirlerini anlamakta zorluk çekmezler.” (Aynı eser, 311. sh.)“Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.” (Aynı eser, 191. sh.)“Ben de Türk Birliği’ne bundan fazla inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacaktır. Dünya sükununu, bu fasıllar içinde bulacaktır.” (Aynı eser, 191. sh.)Türk Irkçılığı üzerine:“Bir ihtilal hangi millet hesabına yapılırsa, mutlaka o milletin öz evlatları eliyle yapılmalı ve onun elinde kalmalıdır. Mesela Türk İhtilali Öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız şartsız” (Aynı eser, 228. sh.)“Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun bahtsızlığı, ekseriya mukadderatını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır.” (Aynı eser, 228. sh.)“…….. Türk devleti işlerinde Türk’ten başkasına inanmayalım. Türk devleti işlerinin başına öz Türk’ten başkası geçmemelidir. " (Aynı eser, 266. sh.)“Tarih diyor ki:Devlet işlerinin başına, devletin kurucusu olan kavimden başkaları geçince o devlet inkıraz bulur. Yani millet istiklalini kaybeder.Misal mi istersiniz? İşte Abbasiler, işte Endülüs, işte Osmanlılar!Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işleri başında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türk’ten başkasına inanmayacağız” (Aynı eser, 446-447. sh.)Bu sözler, yıllarca, yüksek öğrenim gençlerine Atatürk ihtilalinin felsefesi, esası, ruhu diye söylenmiştir.
Esasen Mustafa Kemal devrinde, O’nun benimsemediği ve istemediği fikirlerin, kendisinsin vazifelendirdiği yakınları tarafından gençliğe telkin edilmesine elbette imkan yoktu.Tarih kurultaylarındaki fikri havanın da bundan, bunlardan farklı olmadığını, kitap halinde yayınlanmış zabıtlar ve hareketlerden anlamak mümkündür. 1932 de Ankara toplanan Birinci Tarih Kongresinden bazı şeyleri bilmek bunu ortaya koyacaktır.1932 de Ankara Türk Ocağı’nda toplanan bu kurultayda dikkati bilhassa çeken bir husus, “millet” kelimesinin adeta kaldırılıp yerine ısrarla “ırk” sözünün kullanılması ve hemen her konuşanın Türk ırkının büyüklüğünü ve üstünlüğünü ileri sürmesidir. Kurultaya katılanlardan Afet İnan ve Dr. Reşit Galip’in konuşmalarından vereceğim küçük misaller bunu gösterecektir.Afet İnan’dan parçalar:“Burada bir meseleyi açıkça ortaya koymak isterim. Orta Asya’dan ve oradan yetişen ve çoğalan ve başlı başına bir kültür yaratan insan kütlesinden bahsederken tek bir ırk düşünüyorum. Ve onun adına Türk diyorum.……
Orta Asya yaylalarının otokton ahalisi, tek bir ırk manzumesi halinde teşekkül etmiştir. Çünkü başka kandan ve tipten hiçbir halkın gelip barınmasına, yurtlarının hudutlarındaki tabii manialar yüzünden, on binlerce yıl imkansız olmuştur.” (Birinci Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1932, 31. sh.)“Türk Irkı anayurtlarında yüksek kültür mertebesine varırken, Avrupa halkı vahşi ve tamamen cahil bir hayat yaşıyordu.” (Aynı eser, 41. sh.)Mustafa Kemal devri maarif vekillerinden Dr. Reşit Galip’in “Türk Irk ve Medeniyet Tarihine Umumi Bir Bakış” başlıklı konuşmasından:“….. Yani kudret ve kabiliyet kaynağı harikalı soyun evlatlarıyız." (Aynı eser, 110. sh.)“Her asıl manada cevheri tükenmez Türklük kanı taşıyanlar, bundan şüphe edemezler.” (Aynı eser, 161. sh.)Türk Birliği, yani Turancılık meselesine gelince:Kurultayda geçen bir hadiseyi ve bu münasebetle Şemsettin Günaltay’ın yaptığı konuşmayı bilmek, bu konuda hükme varmak için kafi gelecektir.Birinci Tarih Kongresinde, tarihi gerçeğe uymayan bir teze karşı çıkan Prof. Zeki Veli bir di Togan’ın fikirleri Atatürk’ün isteklerine karşı sayılarak tartışma konusu olmuş ve sonunda Şemsettin Günaltay, Zeki Velidi’yi “Türk Birliği” ne engel olmaya çalışmakla suçlamak suretiyle susturma yoluna sapmıştı. Prof. Zeki Veldi’yi, vaktiyle Rusya’da yapılan bir kongrede Türklerin birleşmesine engel olmak iddiasıyla suçlama yoluna sapan Şemsettin Günaltan’ın şu sözleri, bu konudaki gerçeği ortaya koymaktadır:“…… Acaba Zeki Velidi Bey aynı rolü bu kongrede de mi oynamak istiyorlar? Fakat emin olsunlar ki bu kongrenin etrafında toplananların dimağlarında milliyet ateşi fışkırıyor. Bu ateşin karşısında her gayret, her teşebbüs erimeye mahkumdur.” (Aynı eser, 600. sh.)Atatürk’ün, fikri vasıflarından birisi de kızılların “kafatasçılık”la gülünçleştirmeye çalıştıkları antropolojik ırkçılıktır.Bilindiği gibi bizdeki Antropoloji Enstitüsünü kurduran Mustafa Kemal’dir.
Çeşitli yerlerde yapılan kafatası kazıları, Türkiye’nin bir çok okullarında yapılan kafatası ve kafaya ait uzuvlar arası ölçmeler, bu enstitünün kuruluşundan sonraki hareketlerdir. Yine milletler arası antropoloji toplantılarına Türkiye adına katılanların orada okudukları raporları da bu yoldaki çalışmaların neticelerinden başka bir şey değildir.Atatürk, bu işe kendisi de merak salmış ve meşhur gece sofralarında bulunanların kafalarını ölçmek suretiyle antropolojik çalışmalara (yani kafatasçılık hareketlerine) bizzat kendisi de katılmıştır. Bir gece İsmet İnönü’nün de kafasını ölçtüğü, ancak İnönü’nün kafa ölçüleri Türk kafa ölçülerine pek uymadığı için kendisine takıldığı yolundaki rivayetler, antropolojik çalışmalara verdiği ehemmiyetin delilerinden biri olarak gösterilebilir. (Atatürk’ün, çok kişinin kafasını ölçtüğü bu alet, bugün, Anıtkabir’deki Atatürk Müzesi’nde, diğer malzemeleriyle birlikte, çalışma masası üzerindedir)Mustafa Kemal’in, komünizm karşısındaki tutum ve davranışı da, bu arada, unutulmamalıdır.Komünizmin, Rusya’da iktidara gelişinden bir süre sonra bu melun fikrin mahiyetini kavrayan Atatürk, ondan sonra hayatının sonuna kadar bir komünist düşmanı olarak yaşamıştır. Bu bakımdan, bu cephesi de, Atatürkçülüğü meydana getirecek unsurlar arasında yer alacak çaptadır. Aşağıda ki sözler, Mustafa Kemal’in bu cephesini ortaya koyan vesikalardan bir kaçıdır:“…..Bolşevizme gelince, onun bize nüfuz etmesini önleyen dinimiz, ananelerimiz ve sosyal bünyemiz göz önüne alınırsa, bu doktrinin memleketimizde hiçbir şansı olmadığı anlaşılır.
İçtimai nokta-i nazardan dini kaidelerimiz bizi bolşevikliği kabul etmekten alıkoymaktadır. Hatta Türk Milleti, lüzumu halinde ona karşı savaşmaya hazırdır.”“Biz ne bolşevikizi , ne de komünist; ne biri, ne diğeri olmayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız.”Bu sözler, komünizmin nasıl bir insanlık düşmanı korkunç ve melun bir fikir olduğunun henüz tamamen anlaşılmış yıllara aittir. Mustafa kemal, komünizmin Türklük için nasıl korkunç bir tehlike olduğunu anladıktan sonra, ona karşı daha sert cephe almıştır. 1928 yılı Ağustosunda Eskişehir istasyonunda yaptığı tarihi konuşma bunun en açık delilidir.Bu konuşmadaki:“Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her göründüğü yerde ezilmelidir.”Sözü ise Atatürk’ün komünizm düşmanlığını pek açık şekilde ortaya koymaktadır.İşte “ ATATÜRKÇÜLÜK” denilebilecek şey, ancak, Mustafa Kemal’in benimsediği ve tatbik etmeye çalıştığı bu gibi fikirlerin, tamamen tarafsız bir şekilde tespit edilmesiyle ortaya çıkabilir. Bu yapılmadıkça, Atatürkçülük, şimdiki gibi, adi bir şekilde bir “Atatürk’ü Sömürme Oyunu” olmaktan ileri gidemeyecektir.
EK:TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET- TÖRE YAYINEVİ 1976

Atatürk ve Laiklik Anlayışı


Laiklik devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir.


Atatürk ilkesi kapsamında laiklik ise din adına baskı ve zorbalığın devre dışı bırakılmasıdır; uzun bir evrim süreci içinde, koşulların zorlamasıyla doğmuştur.Laikliğe göre, insan yaşamında ibadetin dışında her türlü tasarruf, dîne, daha doğrusu kutsal kitaba göre değil, Anayasaya yasalara ve kurallara göre yapılır. Din, kişinin özel yaşamının bir parçasıdır. Laiklik ise din ve dünya işlerinin ayrılmasıdır.
Mustafa Kemal birçok çağdaş değeri kendileri ile zamanında karşı karşıya gelmiş ve savaşmış olmasına karşın Batılı ülkelerden almış; bunun sebebini ise çağı yakalamanın gelişmiş ülkelerde olduğu gibi akıl ve bilimin kullanılabilmesine engel teşkil edecek kurum ve kuralların ortadan kaldırılması ile mümkün olabildiğini göz önünde tutmasıdır. Mustafa Kemal henüz genç bir subayken şu kanaate varmıştı: {{Cquote1924 yılında yaptığı bir konuşmada Dünya yüzündeki her şey için, maddî ve manevî her şey için, yaşam için ve başarı için en doğru yol gösterici bilimdir, tekniktir. Bilimin ve tekniğin dışında yol gösterici aramak, düşüncesizliktir, bilgisizliktir, yanlıştır, demiştir. Mustafa Kemal, gerek partisinin içinde gerekse dışında, farklı ideolojik görüşlere karşı son derece hoşgörülü olmasına rağmen ödün vermediği tek bir konu vardı: Laiklik! Serbest Fırka'nın önderliğini üstlenecek olan Fethi Okyar'a yazdığı mektupta yer alan şu satırlar, bu konuda çok aydınlatıcıdır: Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur... Laik Cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her türlü siyasi faaliyetinin bir engelle karşılaşmayacağına güvenebilirsiniz efendim. Laiklik devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, inananların oluşturduğu ümmet tir.Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel "seçkin" lerin düşünceleri önemlidir. Atatürk, laiklik anlayışını, kendi el yazısı ile kaleme aldığı "Medeni Bilgiler" kitabında, sadece din ve devlet işlerinin değil, dinin de siyasetten ayrılması ve yasaların dine göre değil, toplumun gereksinmelerine göre yapılması ilkelerine bağlamaktadır.


3 Mart 1924'de Şeriye Vekaleti'ni kaldıran yasanın 4. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti'nde insanlar arası ilişkileri düzenlemek üzere kanun yapmak yetkisi yalnızca TBMM'ndedir. hükmü artık dine dayanılarak yasa yapılamayacağının belki dolaylı, ama açık bir anlatımıydı. Atatürk'ün Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur ve Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir özdeyişleri de onun laiklik anlayışının uzantılarıdır.


Laiklik kısa tarihi ve Atatürk'ün laiklik ilkesiyle neler yapmak istediğini anlattık

Esasen laiklik din ve devlet işlerinin ayrılmasından ziyade Batı ülkelerinin ilim ve fende yakalamaktır.Çünkü Osmanlı İmparatorluğu son zamanlarında bilimdeki gelişmeleri dine aykırı diyerek yakalayamamıştır.Ancak Osmanlı tebaası Yahudi ve Hristiyanlar ise Müslümanlara göre bilimdeki ilerlemeleri sağlamıştılar.


Dine aykırı dedik o kısma açıklık getirmek gerekirse; Osmanlı tebasındaki bazı dinci çevreler kendi çıkarları için yabancı bilim adamların buluşları gavur icadı diyerek halk baskı yaparak kullandırılmaması sonucunda bilimsel ilerlemeler takip edilmemiştir.Oysa İslamiyet akıl ve bilim dinidir..İnsanların bilimdeki ilerlemelerinin önü açıktır.Dedik ya bir takım çevre öyle emretti diye insanlar o bir takım çevreyi din koruyucusu zannetiklerinden dolayı geri kalınmıştır


İşte Atatürk bu noktada insanların bilimdeki ilerlemelerinin önünü açmış ve din ile siyasetin karıştırılmamasını istemiştir


Günümüzde laiklik ilkesininin korunmasına çok ihtiyacımız vardır eğer ki laiklik sekteğe uğrarsa Arap ülkelerinden bir farkımız kalmayacaktır


Hem Türkçülüğün sekteğe uğramaması için hemde bilimsel ilerlemelerde ve yaşam tarzımda laiklik çok önemlidir


Son olarak Laiklik düşmanlarına diyeceklerim şudur ki ;


-Tanrının serbest bıraktığı din ve vicdan özgürlüğü Anayasal çerçevede koruma altına alındı diye buna dinsizlik veya kafirlik diyerek bizim inanışlarımızla dalga geçip ve dayatma yaparak gerçek İslamiyetin önünü kapattığınız için esas dinsizliği siz yapmaktasınız..


6 Mart 2010 Cumartesi

Türkçülük Nedir ? Atatürk Türkçü müydü ?




Türkçülük; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında, Osmanlılık ve İslamcılık akımları karşısında bütün Türklerin tek vatanda ve tek bayrak altında birleştirilmesini amaçlayan akım diğer adıyla Turan'dır.

Ancak Türkçülük sadece Turan'la sınırlı değildir.
Türkçülük Türk kültürünü korumak Türk dilini korumak ve yaşatmak Türk gibi yaşamaktır kısaca.

Türkçülük fikri 1905 Rusya'da ki devrimden sonra Azerbaycanlı aydınlar tarafından ortaya atılan bir görüştür..Osmanlı Devletinde ise II.Meşrutiyet ile Ziya Gökalp'ın başını çektiği Turancı görüşler egemen olmuştur.Enver Paşa ise karışıklıklar içerisindeki Rusya'da Turan fikrini canlandırmaya çalışırken ölmüştür.

Aslında Türkçülük tam anlamıylada olmasada Göktürk devletine kadar uzatabiliriz zira Bilge Kağan 'ın Orhun Abidelerindeki enfes sözleri Türkçülüğün temelini oluşturabilir.

Anadolu Türklerinde ilk olarak Osmanlı Devleti zamanında 1904'de Yusuf Akçura'nın Osmanlıcılık ve islamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan Üç Tarz-ı Siyaset adlı etkili kitapçığı yayımlandı. 1908'de Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek" amacıyla İstanbul'da Türk Derneği kurdu.

Cumhuriyet döneminde ise ;

Milli Mücadele'de İttihat ve Terakki'nin Türkçü ve Turancı kadroları önemli bir rol oynadığı halde, TBMM hükümeti 1920'den itibaren Turancı akıma karşı kesin bir tavır aldı. Bunda Eylül 1920'de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardı.
Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923'te Ankara'da Matbuat Müdürlüğü tarafından yayımlanan Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Turancılığı "uzak mefkûre" ilan ederek, Türkiye devletinin kuruluşunu esas alan yeni bir Türkçülük tanımı getiriyordu. Gökalp bu eserinin basımından iki ay sonra Mustafa Kemal tarafından milletvekili adayı göstirildi.

Türkçülüğün en radikal savunucusu ise Nihal Atsız'dır.Atsız çıkardığı eserlerle Türkçülük fikrini yaymaya çalışıyordu

İkinci Dünya Savaşında Adolf Hitler'in yenilgiye uğraması sonrasında Emperyalist ülkeler Turan fikrini ırkçı sayarak yasaklatmak istedi ve İnönü buna yeşil ışık yakarak Turancıları yargılattı.

9 Mayıs 1944'de Turancıların yargılandığı davada aralarında Nihal Atsız, Necdet Sançar, Reha Oğuz Türkkan, Alparslan Türkeş gibi isimler yargılandı

Türkçülük siyasi olarak 1969'da Alparslan Türkeş'in önderliğindeki Milliyetçi Hareket Partisi her ne kadar Türkçü Turancı fikirleri benimsediklerini söylesede İslam-Ümmetçilik benliğine bürünerek adeta Türkçülüğe ihanet etmişlerdir

Günümüzde ise Türkçü sayısı yok denilecek kadar azdır..Bir kısım Türkçü çevre Nihal Atsız ekseninde bir kısım ise Atatürk'ün yolundan(buna bende dahil ) giderek Türkçülüğü yaşatmaya çalışmaktadır.

Peki Türkçülüğün kısa tarihini anlattık sizlere Atatürk Türkçü müydü ?

Elbette Atatürk'de Türkçüydü.Ancak Atatürk'ün vefatından sonra Cumhuriyet Halk Partisi Atatürk'ün 6 okundan vazgeçerek Sosyalizmin esiri olunca bugün anlatılan Atatürk sosyalist gibi durmaktadır
Bunun aksini bizzat Atatürk'ün sözlerinden kanıtlayabiliriz
Peki Atatürk ne demişti ?

-Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inaniyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.

Bu sözünde Atatürk Turan fikrinin her zaman Türk Çoçuğunda var olmasını vurgulamış ve birgün mutlaka Turan hayalinin gerçek olacığını söylemiştir..

Bu yazıda özellikle belirtmek istediğim bir husus vardır o husus ki ; şu anda Türkçü diye adlandırılan bir takım çevrelerin aslında Türkçülük yerine Arap Milliyetçiliği yaptığı ve aslında Türk ülkesinde Türkçülüğün bir nevi yasaklandığıdır

Unutmayalım ki milli benliğini kaybetmiş milletler başka milletlere av olurlar...

Milli benliğimizi koruyalım diğer milletlere av olmayalım...

Dünya Atatürk'e Hayran

Dünya Liderlerinin Atatürk'e olan hayranlıklarını söyledikleri sözleri kısa bir not haline getirdik

Irkçı Adolf Hitler'den,, Komunist Lenin'e , Emperyalist Amerika ve onlarca devlet başkanının Atatürk'e hayran duydukları o sözler ;


1-Nazi Almanyasının lideri Adolf Hitler ;
* Bütün enerjimi Atatürk'ten alıyorum.O'nun hayatı bizim feyizli ışığımızdır.
* Benim ustam Il-Duce'dir, ama onun ustası da Mustafa Kemal'dir.
* Mustafa Kemal'in ilk oğrencisi Mussolini,ikinci öğrencisi de benimdir.
* Mustafa Kemal ; bir millet, bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi, kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır

2-Fransa Başbakanı Aristide Briand ;
* Yeni Türk Devleti ile Ankara Antlaşması'nın imzalanması nedeniyle; "Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla, Mustafa Kemallerle anlaştı" diyenlere Fransız Başbakanının Mecliste verdiği cevap: Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve Onun tüm askerleri burada olsalardı teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum.

3-ABD Başkanı John F. Kennedy ;
* Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk' ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye' de giriştiği derin ve geniş inkılaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.

4-ABD Başkanı Franklin Roosevelt ;
* Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır."Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi.

5-Pakistan Cumhurbaşkanı Eyüp Han ;
* Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri değildir. Biz Pakistan'da, Onu geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. Askeri bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever.

6-Fransız Başbakanı Edouard Daladier ;
* Fransa, kendisine pek çok dostluk belirtileri göstermiş olan bu büyük adamın anısını daima canlı tutacaktır.

7- Fransa Meclis Başkanı Edouard Herriot ;
* Atatürk'ün askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medeni Kanununu kabul etmek ve Türkiye'de yürürlüğe koymak! Bu âdeta dehanın da üstünde bir şey, hukuktan anlayan ve insan haklarına inanan biri sıfatıyla söylüyorum. İşte buna hayranım!

8-İsrail Başbakanı Ben Gurion ;
* Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılapçı olmuştur.

9-Lübnan Başbakanı Kerema ;
* Büyük adamlar, kuşaklarının başındadır. Türk Milleti'nin başındaki büyük ve dahi Atatürk, politika ve savaş alanlarında yılmayan büyük ve yurtsever bir insandı.

10- Sovyet Rusyasının Başbakanı Kalinin ;
* Şöhreti bütün cihana yayılmış olan tecrübeli başkanın yönetimi herkesin sevgi ve saygısını çeken büyük Türk Milleti'nin milli bağımsızlığını devamlı bir başarı ile kuvvetlendirmiş ve yeni milli yapısını yaratmıştır.

11-Yunanistan Başbakanı General Metaksas ;
* Atatürk yalnız Türk tarihinin büyük bir siması değil, aynı zamanda bir büyük barış adamıdır. O'nun yeni Türkiye'yi yaratan eseri, yüzyıllara intikal eden bir anıt olarak kalacaktır

12- Sovyet Rusyasının Lideri Lenin ;
* Mustafa Kemal sosyalist değil, fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı, ilerici ve iyi düşünceli, akıllı bir lider. Mustafa Kemal, soygunculara karşı bir Kurtuluş Savaşı veriyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve Sultanı da yaranı ile birlikte alt edeceğine inanıyorum.

13- Çin Lideri Mao ; *
Ben Çin'in Atatürk'üyüm

14-Küba Devlet Adamı Fidel Castro ;
* Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama Atatürkün yaptıklarını yapamazdım. Türkler sağdan sola doğru yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı. Kıyafet Devrimi ve Medeni Kanunla kadınlara getirilen statü çok önemliydi. Ona ve devrimlerine hayranım. Kendinize başka bir önder aramayın.

15-İngiliz Generali Sir Charles Townshend ;
* Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yatım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.

16-Macar Meclis Başkanı Gyula Kornis ;
* Türkler O'na çok haklı olarak Atatürk dediler ve kendilerini baba tanıdılar. Gerçekten de O, ulusunu seven ve ulusu için didinen bir baba olmuş ve yurdunu çok az bir zamanda verimli, yaratıcı bir gelişmeye yöneltmiştir.

17-Arjantinli Diplomat Jorge Blanco Villatta ;
* Atatürk, yalnızca tüm zamanların en iyi komutanlarından biri değil, aynı zamanda siyaset kuramının büyük filozoflarından biridir.

18- Rus Edebiyatçı Radi Fiş ;
* Bana göre Atatürk’ün devlet adamı olarak büyüklüğü yalnız yaptığı devrimlerden ileri gelmiyor. O’nun uzak görüşlülüğü var. Solda ve sağda aşırılığı kesti ve onlarla savaştı. Komünistlerle faşistleri aynı hapislere doldurdu. Bu büyük bir meziyettir. Çünkü böylece normal bir devleti kurmayı başardı. Bu çok mühim.

Ayın Atatürkçüsü; Atatürk'ün En Yakın Arkadaşlarından Mahmut Esat Bozkurt


Mahmut Esat Bozkurt Atatürk'ün yakın arkadaşlarından ve Atatürkçülüğün en iyi uygulayıcısıdır. 1892'de Kuşadası'nda doğdu. Babası Kuşadası'nın ilerigelen ailelerinden Hacımahmutoğulları'ndan Hasan Bey'dir.


1911'de İstanbul Hukuk Mektebi'nden mezun olan Mahmut Esat Bozkurt, İsviçre'de Lozan ve Freiburg üniversitelerinde öğrenim gördü ve kapitülasyonlar konusunda yüksek lisans yaptı.


İzmir'in Yunanlılarca işgali sonucunda Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Ege Bölgesinde Kuvayi Milliye teşkilatının içinde yer alarak önemli çalışmalarda bulunmuştur.


TBMM 1.Dönem inde İzmir'den milletvekili olarak Meclis'e girdi. Meclis'te Anayasa Komisyonu ve Dışilişkiler Komisyonun'da çalıştı.12 Temmuz 1922'de Rauf Orbay'ın başkanı olduğu 5.İcra Vekilleri Heyeti'nde İktisad vekilliğine seçildi.



11 Ağustos 1923'de TBMM 2.Dönem İzmir milletvekili seçildi.


20 Nisan 1924'de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun hazırlayıcıları arasında yer aldı ve Ankara Hukuk Mektebi'nin açılmasında büyük katkıları oldu


1925-1927 yılları arasında Adalet Bakanı oldu ve Türk Medeni Kanunu (17 Şubat 1926) , Türk Ceza Kanunu (1 Mart 1926) , Kabotaj Kanunu (19 Nisan 1926 ) , Borçlar Kanunu (26 Nisan 1926), Ticaret Kanunu ( 29 Mayıs 1926) gibi Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminin temel yasaları, Mahmut Esat Bozkurt'un Adliye Vekilliği döneminde hazırlandı ve yürürlüğe girdi.


Cumhuriyet tarihinde Bozkurt-Lotus vakası olarak adlandırılan, Bozkurt adlı Türk gemisiyle Lotus adlı Fransız gemisinin 2 Ağustos 1926'da Ege Denizin'de çarpışması nedeniyle iki ülke arasında çıkan anlaşmazlıkta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni Lahey Uluslararası Yüce Divanın'nda temsil etti. (1927). Bu dava, tarihçiler tarafından, Türk hukukunun ve adalet örgütünün kapitülasyonlar dönemini geride bırakarak insan ve egemenlik haklarına dayalı çağdaş hukuk düzeyine yükseldiğinin bir simgesi olarak değerlendirilmektedir.


1934'te soyadı kanununda Atatürk'ün kendisine ''Ateştentürk'' soyadını istememesi arz ederek Bozkurt soyadını almıştır(Atatürk bir tek Mahmut Esat'a Türk kelimesi geçen soyisim önermiştir)


Mahmut Esat Bozkurt Atatürkçülüğün en iyi uygulayıcısı olmuş ve görev zamanında Atatürkçülüğü Türk insanına aşılamıştır


21 Aralık 1943'de beyin kanaması sonucu İstanbul'da vefat etmiştir.


Başlıca eserleri

Lotus Davasında Türkiye-Fransa Müdafaaları-1927

Türk İhtilalinde Vatan Müdafaası-1934

Türk Köylü ve İşçilerinin Hakları-1939

Devletlerarası Hak -1940

Atatürk İhtilali -1940

Aksak Timur'un Devlet Politikası -1943


Sözleri ;


- Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. mebusumuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. onun için hislerimi saklamayacağım. Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları, vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler .


-Cumhuriyet savcıları, Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanlarından tutunuz da, bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin göz yaşlarından siz sorumlusunuz.


-Zamanımızın bir alman tarihçisi, gerek Nasyonal Sosyalizm'i ve gerek Faşizm'in Mustafa Kemal'in rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. çok doğrudur. çok doğru bir görüştür.Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki, kökleri halktadır. Türk milleti bir piramide benzer -tabanı halk, tepesi yine halktan gelen baştır ki, bizde buna şef denir. şef otoritesini yine halktan alır. demokrasi de bundan başka bir şey değildir..."


-Türk'ün en kötüsü Türk olmayanın en iyisinden iyidir.


-Mecellenin temeli ve ana hatları dindir. halbuki, insan hayatı, her gün hatta her an esaslı değişikliklere uğrar. bunun değişimlerini, yürüyüşünü hiçbir zaman bir nokta etrafında saptamak ve durdurmak olanağı yoktur. yasaları dine dayanan devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun hak istemlerini karşılayamazlar. çünkü dinler, değişmez hükümler taşırlar. hayat yürür, gereksinim süratle değişir, din kuralları mutlaka ilerleyen hayatın karşısında şekilden ve ölü kelimelerden fazla bir kıymet, bir anlam ifade edemezler. değişmemek, dinler için bir zorunluluktur. bu yüzden dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması, günümüz uygarlığının esaslarındandır .
-"Atatürk büyük feragat sahibi idi. Millet davası içinde hiçbir teşebbüste, ölüm karşısında göz kırpmadı. O, Çanakkale´de, Bağımsızlık Savaşında ve bütün hayatında hep böyle idi. Mektepten kurmay çıktı. Şam´a sürüldü. Hürriyet için çalıştı. Çanakkale´de bin bir güçlük içinde, kurşun yağmurları altında İngiliz ordularını yendi. O günün yabancı tarihçileri, onun için ´´Çanakkale´de İngilizleri yenen adam!´´ diyorlar."
-"Türk genci! Düşman kalemiyle çizilen tabloyu görüyor musun?! İyi dikkat et. Bu tablo ebediyettir. O kadar büyük ve yüksek ki onu ebediyetler bile kavrayamaz ve kaldıramaz. İşte, Türk budur."
-"Atatürk yalnız dış düşmanla savaşmadı; iç düşmanlarla da uğraştı. Yeni ekonomisiyle, sosyal ve siyasal meseleleriyle bugünkü yepyeni Türkiye´yi yarattı. Atatürk´ün karşısına Büyük İskender mukayese konusu bile olamaz."
-''Atatürk ölebilir mi? Türk milleti, Türk vatanı yaşadıkça o da yaşayacaktır."



Atatürk'ün Gizlenen Araştırması ; Kayıp Kıta Mu



İlk olarak İngiliz Albay ve gezgin James Churcward'ın Tibet'te yaptığı araştırmalara dayanan ve bunlarla ilgili olarak yazdığı 4 adet kitabına konu edilmiştir..

James Churcward'ın araştırmalarına göre İ.Ö 12.yy da Büyük okyanus civarında Mu adında bir kıta vardı ve insanlık tarihi orada başlamıştı.






James Churcward Mu kıtasını şöyle yorumluyordu ;

''Dünyada ilk insanların , huzur saadet diyarı olarak Tevratta(Gan Edn) ve Kur'an'da(Cenneti Adn) namı altında zikri geçen Mu kıtasında zuhur ettiği ve 18 milyon kare kilometre murabbı mesahai sathiyesinde olan bu kıtanın 11.500 yıl önce müthiş depremler ve indifalar sonucunda 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve yüksek medeniyetin ilk dilinin Tanrının birliğine dayanan ilk yüksek dinin ve ilim ve fenlerin 70.000 yıl önce Mu kıtasından Maya namiyle çıkarak Asya'da Uygur , Hindistanda Naga-Maya , Fırat nehri deltasında Akad , Mezopotamya'da Sümer(Sümerler'in Türk olduğu bizzat Atatürk tarafından araştırılmıştır ve Uygur Türklerinin bir kolu olarak Mezopotamya'da devlet kuruldukları artık kesinleşmiştir ) , Kızıl denizinin garbındaki arazide Mayu ve Etiyopi (Habeşistan) dağılmışlardır....



Atatürk,1932'den sonra Türk Tarih Tezi'nin 'kayıp parçası'nın peşine düştü. 'Türklerin Orta Asya'dan önceki ilk yurtlarını' arıyordu. Bu amaçla 1934 yılında Tahsin Bey'i Meksika Büyükelçiliği'ne atadı. Tahsin Bey'in gizli görevi Türklerle eski Amerikan halkları arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Tahsin Bey, Meksika'daki araştırmalarının sonucunda şaşırtıcı bir bilgiyle karşılaştı. Bu bilgiye göre Türkler, MÖ 12.000'lerde bir doğal afet sonunda Pasifik Okyanusu'nda sulara gömülen Kayıp Kıta Mu'dan Orta Asya'ya göç etmişlerdi.


Tahsin Mayatepek raporlar halinde Ulu Önder Atatürk'e bilgiler veriyordu.

Ancak Tahsin Mayatepek'in raporlarında bilgi verirken kendi ideolojisi altında yorumlaması üzerine (Meşhur 14.Rapor bu raporda Tahsin Mayetepek İsa ve Davut'un Naakal rahiplerinden eğitim aldığı gibib Hz.Muhammed'inde orada eğitim aldığını ve Tanrı'nın elçilerine vahiy yoluyla emirlerini göndermediğini iddaa etmesi üzerine )Atatürk bizzat James Churcward'ın kitaplarını istemiştir..


Atatürk'ün Türk Tarih tezinde iç içe geçmiş maddeleri;

1-İlk Türklerin dünya uygarlığına öncülük edecek kadar güçlü ve köklü bir kültüre sahip oldukları

2-Türklerin iklimde meydana gelen bozulma sonucunda Orta Asya'dan dünyanın dört bir yanına göç ettikleri ve gittikleri yerlere uygarlıklarını da götürdüklerini

3-Anadolu'nun ilk uygarlığı Hititlerin ve Mezepotomyada ki ilk uygarlığı Sümerlerin Türk oldukları(Sümer ve Hititlerin Türk olduğu kesinleşti)

4-Ege ve Yunan uygarlıklarında temelinde Türk kültürüne ait izlerin olabileceği

5-Antik Mısır Uygarlığını kuranların ve Roma İmparatorluğunu kuran Etrüsklerin Türk olabileceği(Etrüsklerin de Türk olduğu kesinleşti )

6-İslam peygamberi Hz.Muhammed'in Türklerle ilişkisi ve Türk olabilme ihtimali

7-Troyalıların Türk olabileceği


Ayrıca tüm dillerin Türkçeden geldiğini ileri süren ve Türk Tarih Tezi'ni tamamlayacağı düşünülen Güneş Dil Teorisi


Atatürk Türk Tarih Tezini tamamlarken James Churcward'ın araştırmaları çok büyük ilgisini çekmişti çünkü James'e göre Türkler Mu kıtasının 1.ırklarındandı ve Asya , Avrupa ve Mısır'a kadar uzanan Uygur İmparatorluğunu kanıtlaması ve İlk dilin Mu dili olacağını araştırması adeta Türk Tarih Tezi'ni tamamlıyordu.


Atatürk ayrıca Aztek , Maya'lar hakkında araştırmalar yaparak Aztek ve Mayalar la Türklerin ilişkisini araştırmıştır..Ancak Atatürk'ün aramızdan ayrılışı üzerine çok fazla değer görmeyen Kayıp Kıta Mu araştırması ve onun yokluğunda aniden Türk Tarih Tezi'nin değiştirilerek Batı emperyalizmine uydurularak okutulması hazindir.


Ne yazıkki bize Atatürk'ü unutturdular bize Atatürk'ü yanlış tanıttılar




Detaylı bilgi için önerilerim;



1-http://www.tdkkitaplik.org.tr/tezler.asp buradan James Churcward'ın kitaplarını ve Tahsin Mayatepek'in araştırmalarını okuyabilirsiniz

2-Sinan Meydan'ın Atatürk ve Kayıp Kıta Mu kitaplarını okuyabilirsiniz

3-Gene. D .Matlock 'un ''Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz'' (yalnız bu kitabı okurken objektif olmanızı öneririm çünkü kitabın yazarı Türklükle hristiyanlığı bağdaştırmaya çalışmış kanımca)


Atatürk'ü tanımak her Türk Çoçuğu'nun görevidir..



Atatürk ve Türkçe Ezan

Türkçe ezan 1932 yılında Atatürk tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına caiz midir ? değilmidir ? araştırmalarının sonucunda caiz olur kararı ile 1950 yılına kadar kesintisiz okunan 1950 yılında Demokrat Parti iktidarı ile Arapça okunmasına imkan sağlanmıştır.
Günümüzde Türkçe ezan yasak olmamasına rağmen camilerde okunmamaktadır..

Ziya Gökalp'ın dediği gibi ;

Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın."

Türk ülkesinde Türkçe ezana hasretiz..Dünyanın her ülkesinde her millet kendi dilinde ibadet yaparken bizim Arap emperyalizmine bu kadar boyun eğmemiz çok acıdır..

Türkçe Ezan ;
Tanrı uludur
Tanrı uludur
Tanrı uludur
Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim ve bildiririm :
Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim ve bildiririm :
Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Haydi namaza, haydi namaza
Haydi felaha, haydi felaha
(Namaz uykudan hayırlıdır)
Tanrı uludur,
Tanrı uludur
Tanrı’dan başka yoktur tapacak

Yıldırımlar Yaratan Bir Irkın Ahvadıyız

Ulu Önder Atatürk Diyor Ki ;
Türk Çoçuğu ecdadını tanıdıkça büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır


Evet Türk Çoçuğu ecdadını tanıdıkça büyük işler yapacaktır ancak Türk Çoçuğu ecdadını bilmiyor maalesef ve büyük işler yapamıyor..

Anadolu'ya tekrar girip Türk yurdu yaptıktan sonra Türklük bilinci Müslüman bilinci almış ve bu benimseme 17.yy da Osmanlıyı eritmeye 19.yy dan itibarende tüketmiştir..

20yy. da ise Türkler adeta enkaz altında kalmıştı..İşgal kuvvetleri Türkleri yok etmeye geldiğinde Ulu Önder Atatürk hem onlarca düşmanı yok ederek hemde İmparatorluktan Ulusal bir devlet anlayışına ve din tüccarlarının cirit attığı bir devletten Laik modern bir devlet yapmıştır ve isminide Türk'ün sahip olduğu Türkiye Cumhuriyeti koymuştur.

Şu anda yaşadığımız dönemde Türk'ün ülkesinde 3 oluşum vardır ve bunlar adeta Türkleri sömürmektedir ve sömürge anlayışlarınıda din, Atatürk ve milliyetçilik üzerinden yapmaktadırlar..Ne yazık ki bu anlayışları benimserken kendi ideolojilerini yansıtarak adeta benimsedikleri anlayışlara ihanet etmedirler..

Dedik ya Tek yol Atatürk yoludur diye Atatürkçülük üzerinden İnönü'cülük oynayarak din üzerinden siyaset yaparak veya milli duygulara üzerinden Arap milliyetçiliği yaparak değil

Esas konu ise Atatürk'ü tanımaktır..Lenin'inde dediği gibi Atatürk bir sosyalist değildi Atatürk bir faşistde değildi Atatürk dinsizde ( karalamak için söylenen bir ifadedir ) değildi.

Atatürk doğrudan doğruya Türk Milliyetçisi yani Türkçüydü.

Evet Atam seni anlıyoruz seni tanıyoruz ve kendimizde büyük işler yapmak için kuvvet bulacağız.

Dediğin gibi Atam Bir Türk dünyaya bedeldir ve son bir Türk kalana kadar Türkiye Türklerindir..

İşte biz bundan gurur duyuyoruz ve seni tanıdıkça kendimizde büyük işler yapmak için kudret buluyoruz

Evet biz Mustafa Kemal'in askerleri çok şanslıyız

Çünkü Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahvadıyız.

Türk Irkı Sağolsun...

5 Mart 2010 Cuma

Geldikleri Gibi Gidenler Yeni Sevr'le Tekrar Geldiler


İtilaf kuvvetleri İstanbul'u işgal ettiklerinde amaçları Türkleri tasfiye edip yerine kukla olan Yunan , Ermeni, Kürt devletleri kuracaklardı..Yunanlılar İzmir'i işgal ederek Ermeniler Doğu Anadoluda ki Türkleri öldürerek Kürtler Kürt-Teali cemiyetini kurarak ve Simko, Ali Batı ,Şeyh Mahmut Berzenci ve Koçgiri isyanlarıyla Fransızlar Güney bölgelerimizi ve İngilizler ise Musul, Kerkük ve İstanbul'u işgal ederek Türkleri tasfiye etmeye gelmişlerdi...İstanbulda bulunan Vahdettin ve hain Sadrazam Damat Ferit ise işgal kuvvetlerine çanak tutarak Türk toprakları olan Anadolunun işgaline destek vermişlerdir.Ancak unuttulan birşey vardı Türk Milletinin içindeki bağımsızlık ateşi ve Dünya Lideri Mustafa Kemal Atatürk...Yırtık elbiselerle günlük bir tast hoşaf ve kuru ekmekle ayağına giyecek ayakkabı olmadan cephede savaşan Türkler ve Aziz Ecdadımızın Başkomutanı Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk sayesinde tüm düşmanlar vatan toprağından atılmış ve Sevr Anlaşması yırtılarak temeli yüksek Türk Kültürü ve Türk Kahramanlığı olan ve Mustafa Kemal'in ülkesi Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.Yıl 2010 Geldikleri gibi gidenler yeni Sevr olan Bop'la tekrar döndüler..Değişen tek şey baş rolde İngiltere yerine Amerika var..İşgal topla tüfekle değil Kamu-kurum ve kuruluşlarının özelleştirilmesi ve kutsal vatan toprağının yabancılara satışlarıyla oluyorO zaman İstanbulda işgalcilere destek verenler din tüccarları bugün Ankara'da desteklerini vermektedirler.O desteklerini Habur sınır kapısında eli silahlı eşkiyaya barış elçisi muamelesi yaparak Kıbrıs'ta Yunana taviz vererek ve doğuda Ermeni sınır kapısını açarak işgalci yağmacı güçlere çanak tutuyorlar.Peki bu hainlerin oyunlarıyla Türkiye Cumhuriyeti parçalanıp bölünecek mi ? Ulu Önder Atatürk'ünde dediği gibi ''Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır''ve Türk Gençliği birinci vazifesi olarak Türk istiklalini Türk Cumhuriyeti'ni ilelebet muhafaza ve müdafaa edecektir.Bunu yaparkende arayacağı güç damarlarındaki asil kanda ve Ulu Önder Atatürk'ün izinden yüreyerek gerçekleştirecektir..

Ulu Önder Atatürk 10. Yıl Nutku

Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti,
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene!
Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1933, Ankara